Niyazım...
Su akmaz, çeşme kuru, toprak semaya inat;
Döndüm geriye baktım; zâyi olmuş bir hayat...
Nice suç, nice cürüm... İlâhi! bittim gayri
Öyle daldım ki şerre, göremez oldum hayrı
Günahlar zehirli ok; sinem hep delik deşik
Lakin, yok başka kapı; var mı başka bir eşik?
Câhilim; cehlim bilmez- bir şey sanırdım kendim;
İmtihan dünyasında kaybettim ve elendim.
İlâhî!.. rahmet eyle! susuz kalmış bu çöle...
Niyâzım! lutfedesin, Afv-ü ihsan, bu kula!
Huzuruna gelmişim, günahkâr; yüzsüz yüzüm;
Peşim dolu cürümle, hakikate kör gözüm.
Ah Sultanım, Efendim! İşte kulunun hâli...
Üstelik hâlin bilmez, sanır kendini velî!
İlâhî; Gaffâr, Settâr, Hayy, Rahman, Rahim, Kerim;
Sultan-ı Ebed-Ezel! Merhametin dilerim!..
Mehmet Ali KULAT Şiirleri
Henüz Yorum Yazılmamış.
İlk Yorumu Siz Yazabilirsiniz.
Zikredince Tevhid İle...
Kalp konuşur, lisan susar,
Zikredince Tevhid ile...
Gönül coşkun, akıl hayran!
Zikredince Tevhid ile...
Dile gelir kevn-i mekân
Göz önünde Ravza cinân,
İnsanlığı aşar insan...
Zikredince Tevhid ile...
Eşlik eder, damarda kan,
Hemhâl olur; cân ve cânan,
Gönülde yalnız bir sultan
Zikredince Tevhid ile...
Sır yoluna bâb açılır,
Gönle inciler saçılır,
Dünyada kevser içilir,
Zikredince Tevhid ile...
Bilinir ki hayat sözde,
Makam- mansıp, kalmaz gözde
Yanıp kavrulmaktır özde,
Zikredince Tevhid ile...
Mehmet Ali KULAT
Öldüren Gaye...
Gözde damla damla şule olmuş yaş
Derinlik... kalp ile akılda savaş...
Uykuya hasretlik rüyaya özlem
Saçta beyaz kıllar, ilerliyor yaş
Gönül gözümüzü kapatan perde...
Aralanır kalkar isen, zikre seherde
Tefekkür ufkuna kutlu yolculuk
Ruhun kanatlanır hep perde perde
Rahmete ermek mi? Zahmete visal
Asıl olan kulluk; gerisi masal!
Aşk-ı memnû değil, aşk-ı hakikî
Ölüm hem pek acı, hem dosta visal!
Rızaya ulaşmak bir tatlı gaye
Çile yudum yudum bu yolda pâye
Ümit ve korkunun kesiştiği yer!
"Ene'l Hakk" cinneti, öldüren gaye!
Mehmet Ali KULAT
Simitci Çocuk...
Diz boyu kar kaplıydı yer, havaysa çok soğuktu
Simiit! diye bağıran bir küçücük çocuktu...
Yüzü soğuktan gergin, titriyordu vücudu...
Donuk donuktu gözü, sanki bitmiş umudu...
Diz kapağı yamalı, eskiydi pantolonu...
Büyük bir çeket giymiş, korusun diye onu,
Kıpkırmızı elleri morarmaya yüz tutmuş,
Simiit diye bağırdı... üşümeyi unutmuş.
"Yavrum bir simit!" dedim, yaklaştım biraz ona
Parlayan gözler ile seğirtti hemen bana...
Başındaki tepsiyi, indirdi hemencecik
Uyuşmuş ellerini, ovuşturdu azıcık...
"Ağabey!" dedi uzattı, sevinç doluydu sesi
Havada helezonlar çiziyordu nefesi...
Birden içim titredi; şu yavrunun haline...
"Oğlum gel" dedim; ona, çağırdım onu yine!
Dedim; "gel yaklaş bakam, adın ne senin söyle;"
Bir garip baktı biraz... umursamazca öyle...
"Abdullah" dedi adım! "Niye sordun adımı"
Biraz para çıkardım; "al!" dedim "bu yardımI!"
Sert sert baktı yüzüme... itti elimi geri
Beni şaşırttı birden! bu mükemmel özveri...
"Hamdolsun Allah'ıma ben dilenci değilim
Şükür! sağlam şimdilik ayaklarım ve elim!"
Alnımın teri ile kazanmayı severim...
Sonra da Rabb'imin rızkına şükrederim!"
"Ağabey!" dedi tekrar... gözleri çakmak çakmak
"Çalışanı kul sever, Rabb'de sever muhakkak"
Simit dolu tepsiyi tekrar kavrarken eli...
Dedi; "Dilenmek değil, didinmeyi bilmeli"
Mehmet Ali KULAT