zümra çok teşekkürler. siyer programında kullanacağım. harikasınız
Gönüllerin Sultanı Şiiri | M.NİHAT MALKOÇ
Gönüllerin Sultanı
Müjdecisin bizlere
Gönüllerin sultanı
Aydınlıksın gözlere
Gönüllerin sultanı
Ümmet için nimetsin
Âlemlere rahmetsin
Hem Mahmud, hem Ahmed'sin
Gönüllerin sultanı
İnsanlığa nur geldi
Haysiyet, onur geldi
Kalplere sürur geldi
Gönüllerin sultanı
Başlarımızda taçtın
İslam yolunu açtın
Dünyaya ışık saçtın
Gönüllerin sultanı
Şeref verdin çağlara
Mihman oldun dağlara
Ruh üfledin sağlara
Gönüllerin sultanı
Savaşta komutandın
Gönlümü avutandın
Canlara can katandın
Gönüllerin sultanı
Gönüllerde nidasın
Yankılanan sedasın
Hak yoluna fedasın
Gönüllerin sultanı
Göçtün, sonsuza aktın
Yüreğimizi yaktın
Bir başına bıraktın
Gönüllerin sultanı
Gidince yetim kaldık
Düşüncelere daldık
Emanetini aldık
Gönüllerin sultanı
M.NİHAT MALKOÇ
Gönüllerin Sultanı şiiri eğitici şiirler öğretici şiirler dini şiirler peygamberimiz ile ilgili şiirler Hz Muhammet konulu şiirler M.NİHAT MALKOÇ şiirleri kutlu doğum haftası şiirleri
Gönüllerin Sultanı Şiiri Hakkında Yorum Yazın
Gönüllerin Sultanı Şiiri Hakkındaki Yorumlar
Yazılan son 19 yorum gösteriliyor.
İçerikle ilgili 19 yorum yazılmış.
Benzer Kutlu Doğum Haftası (Mevlid-i Nebi) Şiirleri
Yandım Ya Rasulullah!...
Aydan arı yüzünle cihanı aydınlattın
Kalpte tevhit mumunu yaktın ya Resulullah!...
Dünyadan göçüşünle yürekleri kanattın
Ruha bengisu gibi aktın ya Resulullah!...
Sana olan hasretim denizde kum misali
Gece gündüz adını andım ya Resulullah!...
Gül cemalini göster nasip eyle visali!...
Hicran ateşlerinde yandım ya Resulullah!...
Menzile varmak için kızgın çölleri aştım
Şefaat için geldim kapına Resulullah!...
Aşkına müptelayım, denizler gibi taştım
Ümidimi bağladım yapına Resulullah!...
Gam tezgâhında aşkı ilmik ilmik dokudum
Karanlığıma ışık oldun ya Resulullah!...
Kâinat kitabını satır satır okudum
Hasret olup gönlüme doldun ya Resulullah!...
Esti bir deli rüzgâr bahçede soldu güller
Ağıyı bal eyleyip içtik ya Resulullah!...
Toprağı yorgan etti Hakk'ı söyleyen diller
Hakikat için serden geçtik ya Resulullah!...
Mekke'nin ak goncası Medine'nin gülüydün
Ensar kalbini Hakk'a açtı ya Resulullah!...
Kur'an'ın hizmetkârı, İslam'ın bülbülüydün
Mübarek suretin nur saçtı ya Resulullah!...
Seni görmeden sevdi ahir zaman ümmeti
İslam dairesine girdik ya Resulullah!...
Kaldır üzerimizden, bu çekilmez mihneti
Ümmet olma bahtına erdik ya Resulullah!...
Hidayet yolu sende ey Allah'ın habibi!...
Diller yüce adını anar ya Resulullah!...
Sensin yarama derman, dertlerimin tabibi
Yokluğunda goncalar kanar ya Resulullah!...
Hakikat sırlarını kör nefse azık ettik
Sana layık bir ümmet olmadık Resulullah!...
Beyhude geçti yıllar bir ömre yazık ettik
Kapında gül misali solmadık Resulullah!...
Şairler seni söyler, seni yazar kalemler
Süveydayı kuşattın, nur saçtın Resulullah!...
Yoluna toprak olmuş; gökler, cümle âlemler
İman bahçelerinde açtın ya Resulullah!...
Gözler nuruna hasret, diller seni anıyor
İmanın eleğinden geçelim Resulullah!...
Sahrada kızgın kumlar özleminle yanıyor
Hakikat menziline göçelim Resulullah!...
Temmuzun ortasında gönlüme yağarken kar
Gül nefesinle ısıt içimi Resulullah!...
Yokluğunda düşmedi coğrafyamıza bahar
Kervanına kat götür göçümü Resulullah!...
Can özüne değerken firkatin kızıl közü
Çoraklaşan gönüle nur yağdır Resulullah!...
Kalbe düşer Resul'un çağları aşan sözü
Ufku kuşatan gölgen bir dağdır Resulullah!...
Gönül coğrafyamıza hasretin odu düşer
Misafir ol ümmetin düşüne Resulullah!...
Nefsin kor ateşinde her gün nedamet pişer
Koşar adım gelelim peşine Resulullah!...
Bu dünya gurbetinde kalpler aşkınla yanar
Çok görme cemalini bize ya Resulullah!...
Gönül muhabbetine zemzem misali kanar
Vahiyle gelsin nefis dize ya Resulullah!...
Gölgeler can çekişir; gülgûn çehreler süzgün
Kandillerin ışığı çekilmiş Resulullah!...
Sen gideli dünyadan kalpler tasalı, üzgün
Müslümanların boynu bükülmüş Resulullah!..
Aydınlık ufuklardan seninle doğar güneş
Nazar etsin kalplere gözlerin Resulullah!..
Hasretine yanmışız, neylesin bize ateş
İçimizi ısıtsın sözlerin Resulullah!...
Vahiyden uzak düştük kalplerimiz pas tuttu
Sendin bütün başların tacı ya Resulullah!...
Ümmet verdiği sözü ne de çabuk unuttu
Yolundan çıkanlara acı ya Resulullah!...
Bu çağın mücrimleri sanıyor azadeler
Ümmetini uykudan uyandır Resulullah!...
Öpsün cümle canların alnından seccadeler
Hakikat boyasına boyandır Resulullah!...
M.NİHAT MALKOÇ
(19 Mart 2009/Trabzon)
M. NİHAT MALKOÇ
Kutlu Bir Doğum
Seni sevmek dindir, imandır
Hasta gönüllere dermandır
Kıtlık sonrası bir harmandır
Yaratandan ulu fermandır
Tarihte Kutlu Bir Doğum anı
Beş yüz yetmiş bir yirmi nisanı
Gelişi sevindirir insanı
Alır gider derdini tasanı
Anmak için toplandık meydana
Sevdaları içtik kana kana
Saygı duyduk bütün hatırana
Mahcup olmayalım diye sana
Adil BÜYÜKÇOLAK
15.04.2012
Adil BÜYÜKÇOLAK
Hatemül Embiya
Sen Hatem-ül-Enbiya
Sen alemlere rahmet
Sen bütün şiirlere hitaabet
İşte sen Hz. MUHAMMET
Tolga ş.
Hazreti Muhammed
Hazreti Muhammed
Nisan 571 ay Rebi ül-Evvel'de,
Pazartesi gecesi kutlu şehir Mekke'de...
İnsanlık tarihinin, şanlı şeceresinde,
Kâbe yakınlarında, çocuk doğdu bir evde...
Abdülmenaf 'ın kızı, öz anne Âmine'den,
Vehb bin Abdül Menaf, Kureyş Kabilesinden...
Dönüşünde Yesrib'de ticarî bir seferden,
Babası vefat etmiş, iki ay evvelinden...
Babası Abdullah ise, nesebiyle uzanır,
Hz. İsmail'in soyundan, Hazret-i Âdem(a. s.) 'e varır...
Vehb'in kızı Âmine, rüyasında duymuştu,
Adını Muhammed (s. a. v.) koy diye malûm olmuştu...
Peygamberlik mührüyle gece doğduğunda,
Putlar düşmüş kırılmış tüm kullar karşısında...
İran hükümdarının, kemerli sarayı da,
Tüm şerefeleriyle, yıkılmıştı bir anda...
O sıralarda yaygın, sütannelik âdeti,
Mekkeli emzirilir, böyle bir gelenekti...
Bir sütanne aranır, yetim istenilmezdi,
Süveybe reddetmedi, Muhammed (s. a. v.) 'i emzirdi...
Ebu Leheb mutluydu, onu emzirdi diye,
Kölesi Süveybe'yi, verdi azat etmeye...
Bir hâdis müjdeler ki, Ebu Leheb azalttı,
Birçok günahlarını, orda sevabı arttı...
Halime sütanneydi bu bebeği kabul etti,
Uzun süre emzirdi berekete şükretti...
Zaten mevsim kıtlıktı, bundan mutlu olmuştu,
Evi bereketlenmiş, yeşillikle dolmuştu...
Göçebe sütanneyle, sürüye bakıyordu,
Çoğu kez hurma yiyor ve sade yaşıyordu...
Sütanne Muhammed (s. a. v.) 'i hiç ayırt etmiyordu,
Kendi çocuklarından daha çok seviyordu...
Tüm özelliklerini bu yaşta anlıyordu,
Gözü gibi koruyor bazen de ürküyordu...
Özellikleri vardı, sıradan hiç değildi,
Bu yüzden korkuyordu, bundan etkilenirdi...
Hazret-i Peygamber(s. a. v.) ' in göğsünün yarılması,
Serhus-Sadr olayından, kalbinin yıkanması...
İki melek zemzemle, tekrar yerine koymuş,
Şeytan saptırmasından, vesveselerden korunmuş...
Hazret-i Halime'de, sütannelik bitmişti,
Öz annesi Âmine, almak için gelmişti...
Sütannesi Halime çocukla Mekke'ye gelmiş,
Öz anne Âmine' ye, çocuk teslim edilmiş...
Cariye Ümmü Eymen, Hazret-i Âmineyle,
Medine'ye döndüler, bir de hizmetçisiyle...
Bir evde konaklandı, eşi Abdullah için,
Ne de olsa babası, kabri ziyaret için...
Bir aylık misafirlik, sonrasında Mekke'ye,
Dönülmek üzereyken, düştü bir üzüntüye...
Daha dönüş yolunda, Âmine hastalandı,
Yetimdi Muhammed(s. a. v.) şefkati yarım kaldı...
Dönüşte vefat etti, Evba'ya defnedildi,
6 yaşında iken, hem öksüz hem yetimdi...
Dadısı Ümmü Eymen elinde Hz.Muhammed(s. a. v.) le,
Mekke'ye gelinecek, karşılanır dedeyle...
Dede Abdulmuttalib, sorumluydu yetimden,
O hem öksüz, hem yetim, parçadır yüreğinden...
Onu muhabbetiyle, kalben bağrına basmış,
İki yıl boyunca da sevmiş, korumuş, bakmış...
Bu şefkatli dede epeyce yaşlı idi,
Ona çok iyi bakmış ve terbiye vermişti...
Ahirete terk edip, gidince dedesi de,
Öz amca Ebu Talip, el verdi Muhammed (s. a. v.) e...
Öksüz ve yetim çocuk amcasına verildi,
Ebu Talip cömert, iyi kalpli biriydi...
Amca Ebu Leheb'se, içkici ve ahlâksız,
Merhametsiz taş kalpli, oldukça da vicdansız...
Amcası Muhammed(s. a. v.) bağrına basıp sevdi,
Ona hem merhameti, hem şefkati gösterdi...
On iki yaşlarında ticarî kervan ile
Şam yoluna çıkmıştı, amcası Ebu Taliple...
Şam'a yakın bir yerde Busrâ adli bir mevkide,
Sezilir ipuçları, mola verildiğinde...
Onun farklılıkları, biraz dikkat çekmişti,
Bâhira adlı rahip, onu incelemişti...
Kafile ağırlanmış, Bahira tarafından,
Ona der: Son peygamber, eminim kararımdan...
Şam'ın Yahudileri, tanır alâmetinden,
İçlerinde kâhinler, korkulur kinlerinden...
Açıkça anlıyorlar, peygamber diyorlardı,
Onu gizlemesini, dostça söylüyorlardı...
Ebu Talip dönecekti, Bâhira'yı dinledi,
Şam'a gitmeyecekti, kervanını çevirdi...
Ficâr Harbi başlamış, henüz yirmi yaşında,
Ok taşıyordu Resul, amcasının yanında...
Hilfül-Fudûl'de ise, cemiyeti öğrenmiş,
Güçlüyü ve güçsüzü, cemiyette izlemiş...
Haksızlık yapıldı mı, o devrin kuralıydı,
Kabilesine söyler, çoluk çocuk savaşırdı...
Haklı haksız denmeden, intikam alınırdı,
Bu onların kuralıydı, yoksa dışlatılırdı...
Amcası Zübeyir dedi, mazlumlar korunmalı...
Ve yardım edilmeli, dikkatli olunmalı...
Muhammed(s. a. v.) bu sırada, ticaretle uğraşır,
Ticaret yapmak için; kervanlara katılır...
Ebu Talip, Resul'ü Hz. Hatice'ye önerdi,
Yeğenine iş için ona garanti verdi...
Hatice'nin desteği, dürüst tüccarlarıydı,
Resul'ü tanımıştı, kölesiyle çağırdı...
Çünkü duyuyordu ki, Ahlâk güzelliğini,
Hz. Muhammed (s. a. v.) 'in, güvenirliliğini...
Ticarette Hatice, Mekke'de zengin biri,
Yüklüce develerle, gönderiyordu serveri...
Netura isimli keşiş, tanışmak istemişti,
Onun mucizeleri, dikkatini çekmişti...
Evvelce tanıdığı, Meysere'yi çağırır,
Sualler yordamıyla; iyice araştırır...
Meysereyi uyarır, o bir peygamberdir,
Hem de sonuncusudur, Meysere öğrenmiştir...
Sadık köle Meysere, resule yol gösterir,
Kervan büyük kâr eder, Hatice çok sevinir...
Meysere'yse anlatır, bunları Hatice'ye,
Hatice hayran kalır, dalar bir düşünceye...
Mekkeli zengin hanım, iki eşini kaybetmiş,
Bu tahire bir kadın, resulden etkilenmiş...
Her eşten birer çocuk, kaderi dul kalmıştı,
Mucizeye inanır, onu araştırmıştı...
Artar sevgi, saygısı, hayranlığı da kat kat,
Mevki sine güvenir; içi oldukça rahat...
Zenginlik, soy sop, şeref aynı anda güzellik,
ALLÂH (c. c.) 'ın bir takdiri, kalplerde birliktelik...
İş bahanesi ile hediye gönderiyordu,
Hz. peygamberle, evlenmek istiyordu...
Konusu açılmıştı, aracılık yapıldı,
Peygamber kabul etti, Nüfeyse aracıydı...
Hz. Hatice'den, teklif bizzat gelmişti,
Tahire lakabıyla; kendine güvenmişti...
Teklif alan peygamber; Ebu Talip'e söyler,
Teklifi tahkik eder; uzaktan akrabam der...
Muhammed (s. a. v.) bin Abdullah, Huveylid'in kızıyla,
Artık kaynaşmışlardı, ulvî duygularıyla...
Hazret-i Hatice 40 Muhammed(s. a. v.) se 25,
Rabbinin huzurunda, oldu mukaddes bir eş...
Aradan aylar geçti, Kasım dünyaya geldi,
Yaşamadı ve öldü, sevinç uzun sürmedi...
Ümmü Gülsüm, Rukiye ve Zeynep ile Fatma,
Abdullah öldüler, yaşayan, yalnız Fatma...
Sadık rüyalar görüyor, rüyalar çıkıyordu,
Toplumdan sıkılıyor ve anlatamıyordu...
Hıra Mağarası'nda Rab'biyle kalıyordu...
Ve onun huzurunda, vakit geçiriyordu...
Hazret-i İbrahim'e, dualar ediyordu,
İbadetler ediyor, Hakk'ı düşünüyordu...
Seher vaktine doğru, Ramazan'ın gününde,
Bir gün Cebrail (a. s.) geldi, bir insan suretinde...
Ona abdest almayı, istincayı gösterdi,
Temizlenip dönünce 3 kere oku dedi...
Anladı bu vahiydi okumam yoktur, dedi,
Ne yaptı ısrar etti ne okuyayım, dedi...
Rab'binden bildirmişti, Cebrail(a. s.) getirmişti,
ALLÂH(c. c.) tan ayetleri, resule bildirmişti...
(Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla:
1- (Ey Resulüm) Yaratan Rab'binin adıyla oku!
2- O insanı bir kan pıhtısından yarattı.
3- (Ey Resulüm) oku; (zira) Rab'bin sonsuz bir kerem sahibidir.
4- O kalemle öğretti,
5- İnsana bilmediğini öğretti. Alak Suresi,1-5)
Bunlar ilk ayetlerdi, sıradan şey değildi,
Vahiyler gelecekti, ALLÂH(c. c.) 'ın elçisiydi...
Dedi, Hatice anlar! Kendisini eve attı,
Titriyor, korkuyordu, sırlarını anlattı...
Hatice farkındaydı, dedi sen peygambersin,
Susarsın, konuşmazsın, doğrusunu söylersin...
Kusurlar araştırmaz, hayırlıyı söylersin,
Övgüyü kabul etmez, kötü söz söylemezsin...
Misafir ağırlarsın, dertlere sabredersin,
Yardımına koşarsın, sıla-i rahmet dersin...
O teselli olmadı moral veriyordu,
O faziletli kadın, ona inanıyordu...
Hatice'nin kuzeni, Nasturi rahibiydi,
Tevrat, İncil ve Zebur, iyi bilen biriydi...
Hazret-i Hatice'yle, Hazret-i peygamberin,
Nikâh şahidiydi, bu evliliklerinin...
Bu Varaka Nevhel'di, bağı akrabalıktı,
Dini farklıydı ama sırrı taşıyacaktı...
Yordu ve açıkladı dedi sen, peygambersin.
Anlatma ona, buna, düşman çoktur bilirsin...
Varaka çok yaşlıydı, Tevrat, İncil okurdu,
Aydınlatabilirdi, fakat zamanı yoktu...
"Eğer biraz yaşarsam, dermanım hiç yok dedi,
Sana siper olurum diye de güven verdi...
Belli bir zaman sonra, melek görünüverdi,
Resul korkup ürperdi, evde örtünüverdi...
Cebrail (a. s.) sık sık geldi, ayetleri gönderdi,
Resul kendine geldi, sorumluluk üstlendi...
Cebrail (a. s.) ayetleri, resule okuyordu,
Resul tekrar ediyor, güven hissediyordu...
(Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla:
Ey örtünüp bürünen! Kalk ve uyar!
Rab'binin büyüklüğünü ve yüceliğini an!
Kendini arındır!
Ve bütün pisliklerden kaçın!
Müddessir Suresi
1-5 ayetler")
Ayetleri dinliyor, sık sık tekrarlıyordu,
Benliğiyle öğrenip, aynen aktarıyordu...
Önce münevver eşi; Hatice inanmıştı,
Ardından Ebu Bekir, İslâm'a katılmıştı...
Çocuklardan Hazret-i Ali, iman ettiler.
Bunlar İslâm'a giren, şerefli ilk öncüler...
Azatlı kölelerden, Zeyd bin Harise, o an,
Sıra sıra, gizlice, ettiler Hakk'a iman...
Zeyd, Zübeyir, Ebubekir, Talha, Ubeyde, Osman,
Oldular ilk Müslüman, muhteşem kahraman...
Canlara ve mallara, zarar gelmemeliydi,
İslâm'ın gidişatı engellenmemeliydi...
Davetler 3 yıl gizli, gizli yayılacaktı,
Düşmanlıklar daha da insafsız olacaktı...
Davetler gizlenirken ALLÂH(c. c.) 'tan emir geldi,
ALLÂH(c. c.) ın resulüne, yeni ayetler indi...
(Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla:
Sana emir olunanı açıkça söyle!
Ve ortak koşanlardan yüz çevir! "
Hicr Suresi...
Ayet:94)
ALLÂH(c. c.) resule dedi başla, tebliğ yoluna,
Aldırma müşriklere, çağır İslâm yoluna!
Safa Tepesi'nden, tevhidi yayıyordu,
Cenneti, cehennemi açık anlatıyordu...
Azaptan kurtulmayı ALLÂH(c. c.) 'ın birliğini,
Kurtuluş'un yolunu, kurtuluş sevincini...
ALLÂH(c. c.) 'a güvenerek, rahatça söylüyordu,
Dinleyenler şaşırmış, ilk defa duyuyordu...
İnananlar artıyor; Ammar, Sad, Abdurrahman,
Said, Said Hudri, Zeyd, Cafer ve Ebu Selman...
Haris, Amir Rebia, Mısab, Mesut ve Süheyb,
Ebu Ahmet, Anbese, Vakıd, Hamza ve Habbab...
Halit, Mikdad, Cahş, Hatip, Nuaym, Abuzer,
Bilal, Amir ve Üveys, Hattab'ın oğlu Ömer...
Davet açıklandıkça Müslümanlar artmıştı,
Kureyşlilerin kini, üst doruğa varmıştı...
Güvendiği insanlar, İslâmla buluşuyor,
ALLÂH(c. c.) 'a inanıyor, resulü tanıyordu...
Ebu Leheb ve eşi, düşmanlık besliyordu,
Halkı kışkırtıyordu, inanmayın diyordu...
Ben onun amcasıyım, diyor dolanıyordu,
Yolunuzdan dönmeyin, diye kışkırtıyordu...
Ona hiddetleniyor, hakaretler ediyor,
Bizi bunun için mi, çağırdın diye sinirleniyor...
...
Öyle ise, ben size, önünüzde gelecek büyük bir azabın bildiricisiyim. Yüce Allah, bana, En yakın akrabalarını ahiret azabıyla korkut emrini verdi. Sizi Allah bir, ondan başka İlâh yok demeye davet ediyorum. Ben de onun kulu ve resulüyüm. Eğer, dediklerimi kabul ederseniz, cennete gideceğinizi taahhüt ve tekeffül edebilirim. Şunu da bilin ki; siz Allah bir, ondan başka ilâh yok demedikçe, size ben ne dünyada, ne de ahirette bir fayda temin edemem. Sad, Tabakât: 1/199-200; Buhari,)
Ebu Leheb ve de eşi katı davranıyordu,
O nefret edilendi, bunu da biliyordu...
Surenin inmesiyle, daha sinirleniyor,
Sure-i Leheble adata çıldırıyordu...
(Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla:
Ebu Lehebin iki eli kurusun!
Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi.
O, alevli bir ateşte yanacak.
Odun taşıyıcı olarak karısı da (ateşe girecek) .
Ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde
Leheb Suresi Ayet:94)
Kızgın hareketiyle, ilahi nefretleri,
Kendisinde toplamış azabı hak etmişti...
Şiddetli düşmanlığı, bitmez kin ve nefreti,
Sure-i Tebbetle de korkunçtu akıbeti...
Bu sureyi duyunca zevcesi duramadı,
Eline taş alarak Mescidi Haram'a vardı...
Hazret-i Ebu Bekir, resulün yanındaydı,
Peygamber Efendimizse oturuyorlardı...
Ebu Bekir'e sordu, resulü fark etmemiş,
Arkadaşın nerede işittim ki hicvetmiş?
Bu taşı vuracağım, diye bağırıyordu,
Resulü göremiyor, geriye dönüyordu...
"Odun hamalı sözü" ağırına gitmişti,
Cehennem oduncusu onu görememişti...
Ebu Cehil'de bir gün, aynı lâfı etmişti,
Secde de Muhammed(s. a. v.) 'i taşla ezecekti...
Secdede görmüş ama onu ezememişti,
Taşı indirememiş kaskatı kesilmişti...
Birkaç müşrik toplanır; Ebu Talip'e giderler,
Hz-Muhammed(s. a. v.) 'i şikâyet ederler...
(Senin kardeşinin oğlu, ilahlarımıza hakaret ediyor, atalarımızın sapıklık içinde yaşadıklarını söylüyor, bize de ahmak diyor. O halde ya onun tarafına geç veya onu himayeden vazgeç de aramızda ki meseleyi halledelim)
Ebu Talip anlatır; Hazreti Muhammed (s. a. v) 'e,
Hz. Muhammed (s. a. v.) 'se, der ki Ebu Talip'e...
(Ey amcacığım! Bu işten vazgeçmem için güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler bile Allah Teâla bu dini üstün kılıncaya veya ben bu uğurda ölünceye kadar vazgeçmeyeceğim.)
Hz. Muhammed (s. a. v.) 'in, bu samimiyetine,
Ebu Talip hak verir ve der ki, yeğenine...
"Gel ey kardeşimin oğlu git dilediğini de!
Allah'a yemin olsun ki seni teslim etmem de! "
Mekke müşriklerinin, kinleri artıyordu,
Engel olunamıyor İslâm yayılıyordu...
İnanan kabileler, açlığa terk edilmiş,
3 yıllık bir sürede, ambargoyla ezilmiş...
İlişkiler kesilmiş, boykot yapılıyordu,
Müşriklerin kararı; Kâbe'ye asılıyordu...
İşkenceler artmıştı, Müslümanlara karşı,
Adaletsiz bir savaş, ALLÂH(c. c.) diyene karşı...
Vicdanlara sığmayan, işkenceler artıyor,
Savunmasızlar ancak; buna dayanamıyor...
Ebu Cehil de aynen eliyle ve diliyle,
Peygamber yeğenine ettiği zulümleriyle...
Duyduğu halde Onu Ebu Cehil Kâbe'de,
Öldürmeyi istemiş; görememiş önünde...
Resulün yanındaki, iki yiğit kahraman,
Hamza ve Ömer ile kuvvetlenmişti Müslüman...
Amcası Ebu Talip ve Hazret-i Hatice,
Hakk'a varacaklardı, arasında 3 gece...
24 yıllık sırdaş birden etmişti vefat,
O temiz ruhlu kadın resulü üzdü kat kat...
Bu hüzün yılında tüm müminler ağladılar,
Yeni kitle gerekti, güççe zayıfladılar...
Azatlı kölesiyle, resul, Taif'e gitti,
onlar aydınlanmadı peygamberi reddetti...
Üstelik taşladılar, Hakk'ı tanımadılar,
Kan ve revan içinde onu yaraladılar...
İşte tam bu durumda ALLÂH(c. c.) 'ın tesellisi,
Kendisine çağırdı, Rab'bin en şereflisi...
27.gece, 621'de,
Mescid-ül Haram'dan, Kudüs'ün de üstünde...
Kayanın üzerinden, göklere çıkarıldı,
Peygamber burağıyla Beytü'l Makdis'e vardı...
Beytü'l Makdis'den de Rab'bine yükseltildi,
Hadis-i Şeriflerde bu çok kez belirtildi...
Isra ve miraç ile mucize bildirildi,
Isra Süresiyle de Rab'bimiz haber verdi...
(Rahman ve Rahim olan ALLÂH(c. c.) ın adıyla:
Ayetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescidi Haram'dan alıp, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksâya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki o her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla görendir. Isra Süresi :)
Hz. Muhammed(s. a. v.) 'in, en büyük mucizesi,
Sema vatlara çıkıp orda gezdirilmesi...
Bütün peygamberlerle, görüştürülmesi,
Alametlerin bizzat ona gösterilmesi...
Cennet ve cehennemi müşahede etti,
Rab'den takviye gördü, mucize gerçekleşti...
Önceki peygamberler, resulü karşıladı,
Katlarda her peygamber kendisini tanıdı...
Evrenin sırları ve kaderi bildirildi,
İlgilenen meleklerin çalışmaları gösterildi...
Birinci kat göklerde, resule merhaba der,
Âdem aleyhi selam, resule dua eder...
Yüce Rab'bin emriyle, ahiret gezdirildi,
İnsanların hâlleri, sonları gösterildi...
Azap çekenleri hep merak eder ve sorar,
Cumayı terk edenler diye diye sıralar...
Aç ve çıplaklar görür; bakar ki leş yiyenler,
Ağırlık taşıyanlar, etlerini, yiyenler...
Dedikodu yapanlar, haram yiyen kimseler,
Gıybetler edenler, merhamet etmeyenler...
İşlenen günahları, azapla ödeyenler,
Emanete hıyanet edenler, neler, neler...
Gördüğü her kimseyi, peygamber soruyordu,
Cebrail aleyhi selam, cevaplandırıyordu...
İkinci katta: İsa (a. s.) ve Yahya peygamberi,
Üçüncü kat göklerde, Yusuf peygamberi...
Dördüncü kat göklerde, nurdan kapılı bir yer,
Saf gümüşten yapılmış, olağanüstü her yer...
Üstte nurdan bir kilit, lâ ilahe illallah!
Kilidin üzerinde, Muhammed(s. a. v.) ün resulullah...
Yine dördüncü katta İdris aleyhi selam,
Beşinci kat göklerde Harun aleyhi selam...
Altıncı kat göklerde Musa aleyhi selam,
Hepsinden dua alır, hepsinden alır selâm...
Yedinci kat göklerde İbrahim aleyhi selam,
Oradan da yükseklere, rahmanî bir yerlere...
Ve anlaşılamayan, yüksekliklere vardı,
Kulaksız, vasıtasız, ortamsız yere vardı...
Göğün en üstlerine Rab'bin, arşına çıktı,
Muhammed(s. a. v.) 'e aitti, akıl almayacaktı...
Mekân sız ve zamansız, sığamaz hâfızaya,
Cebrail'in sustuğu, Sidret-ül-Müntehaya...
Cebrail (a. s.) der:.İşte bu, Sidre-i Müntehâdır,
İleri geçemem der kendisine yasaktır...
Habib-i Kibriyânın karşısına varmıştı,
Sidre-i Müntehâ'nın sahası açılmıştı...
Bilinmez, anlaşılmaz, nimetlere kavuşmuş,
Gözsüz ve de kulaksız, Rab'bi ile konuşmuş...
Zât-ı Zül-Celâl'in, sohbeti ve cemâliyle,
Müşahede olmuştu, başka bir hâl ile...
Ayrıca bu gecede, namaz bize farz oldu,
Güde beş vakit ile Hak'tan hediye oldu...
Sidre-i Müntehâ ki, âlemlerden de üste,
Namazın emri ile indi tekrar Kudüs'e...
Kureyş haberi duydu, akıl kabul edemez,
Akıl ki yaratılmış, duysa izah edemez...
Bir kısım dinden çıktı, mantık kabul etmedi,
Sözü şüphesiz doğruydu, çoğunluk reddetmedi...
Mucizenin izahı, mantıkla çözülemez,
Yoktan var edileni, akıl kabul edemez...
Burada kavram kalkar, akıl, şuur anlamaz,
Zaman, mekân kalkmıştır, tekniksiz kavranamaz...
Akıl devreden çıkar, İslâm vahiy dinidir,
Ne dediyse doğru bil, Muhammed(s. a. v.) el emindir...
Mantığı zorlananlar, Ebu Bekir'e sordu,
"Tasdik ederim dedi onun her sözü doğru"...
Dedi:" Ötesini de, akıl almasa bile,
Her sözüne inanır, onaylarım, tasdikle..."
Kureyşliler geliyor, sualler soruyordu,
Peygamber usanmıyor, aynen cevaplıyordu...
Beytü'l-Makdis'i, oradan geçen, kervanlarını,
Güneşin doğuşunu ve konuşmalarını...
Bildikçe diyorlar isabet ettiriyor,
Görmüş gibi biliyor, bunu da tutturuyor...
Kervanlarını bile peygamber(s. a. v.) anlatıyor,
Falancanın kervanı, Revhâ'da idi diyor...
Deve kaybetmişlerdi, arıyorlardı, diyor,
Yüklerinde ki suyu kadehten içtim, diyor...
Deve sıralarını, önünü, arkasını,
Falancanın yerini, devenin sayısını...
Ne kadar sual varsa; resul cevaplıyordu,
Şahitler onaylıyor aynen doğru, diyordu...
Bu diğer alâmettir, anlayamıyorlardı,
Bu apaçık büyüdür, deyip, duruyorlardı...
Müşriklerse ısrarla, İsabet ettiriyor,
Yine bilmiştir, diyor, ama iman etmiyor...
Amaçları anlamak, idrak edebilmektir,
İman etmek hiç değil, işi çözebilmektir...
Bu sorular kolaydı, diğerleri de vardı,
Mantıklar almıyordu, inanmak imkânsızdı...
Fakat çelişki yoktu, apaçık bir gerçekti,
Sözleri samimiydi, hem de bir hakikatti...
Rab'bini bilmeyenler, meleği kabul etmez,
Resul tanımayana miraç bahsedilmez...
Nerden anlasınlar ki miracın boyutunu,
Miraç yolculuğunu, zamanın boyutunu...
Miraç hadisesiyle, mucize gerçekleşmiş,
Müminler iman etmiş, kâfirler gülmüş geçmiş...
ALLÂH(c. c.) 'ın ödülüdür, ona mucizesidir,
Göz açıp kapamada, miraç gerçekleşmiştir...
Senelerin 11'i Medine'den 6 zat,
Hazrec kabilesinden, ona ettiler biat...
Sonra bu 6 zat Medine'ye dönüşte,
Kabilesi içinde de İslâm'ı yaydılar...
Ertesi sene 2 Evsli,10 da Hazreçli,
Peygamber (s.a.v) le buluşup; oldular en şerefli...
Bunun üzerine de, yaymak için İslâm'ı,
Mus'ab bin Umeyr'i Medine'ye yolladı...
Mus'ab'ın faaliyeti, çok verimli olmuştu,
İslâm hem konuşulmuş, hem de duyulmuştu...
Medine'den davetler, Müslümanlara gelmiş,
Yeme, içme, barınma, her şey garantilemiş...
Peygamber emir verdi, büyük hicret başladı,
Medine, Mekkeliyi, sarılıp kucakladı...
Resul Mekke'de kaldı, vahiy siz gidemezdi,
Ebu Bekir ve Ali Peygamberi beklerdi...
Malı, mülkü bırakıp Mekke'yi terk ettiler,
Habeşistan'a doğru, sırayla göç ettiler...
Kureyşli müşriklerse, bir plân düşündüler,
ALLÂH(c. c.) 'ın elçisini, öldürmek istediler...
Kan davası sürmesin, diye her kabileden,
Birer kişi seçildi, azılı müşriklerden...
Derken yüce ALLÂH(c. c.) 'tan, emir geldi resule,
Plân haber verildi, Hz. Muhammed(s. a. v.) 'e...
Resul hırkası ile Ali'yi giyindirdi,
"Şimdi yatağımda yat beni sansınlar, dedi...
Müşrikler anlamadı, resulü evde sandı,
Resul evde değildi, müşrikler oyalandı...
Peygamber müşriklerin, içinden ayrılmıştı,
Yüz deve ödül vardı, resul saklanmıştı...
Ertesi gün Peygamber Ebu Bekir'i buldu,
Ebu Bekir'le evde, vakit geceyi buldu...
Ebu Bekir resule, dedi ben de geleyim,
Resul, Ebu Bekir'e dedi, haydi gidelim...
Gecenin ortasında Sevr Dağı'na vardılar,
Mağarada üç gün, üç gece konakladılar...
Örümcek yuva yaptı, güvercinse yumurtladı,
Müşrikler mağaranın, içine bakamadı...
Bu ıssız mağarada, kapkaranlıktı her yan,
Resulle Ebu Bekir, bir de zehirli yılan...
Peygamber uzanınca, Bekir'in kucağına,
Ebu Bekir'de onu, korumak amacıyla...
Yılanın deliğini, tıkadı ayağıyla,
Ebu Bekir irkildi, dehşetli bir acıyla...
Kıpırdamamalıydı, peygamber uyuyordu,
Ayağı zehirlendi, acıdan ağlıyordu...
Gözyaşları döküldü, peygamber 'in yüzüne,
Resul uyandı, dedi ne bu yaşlar gözünde...
Dedi, bir yılan soktu resul ona dokundu,
Hazret-i Ebu Bekir resulden şifa buldu...
3 gün geçti aradan mağarada Rab'biyle,
Ureykıd bin Abdullah, geldi develeriyle...
Kararlaştırılmıştı, mağaraya girmeden,
Medine ye yolculuk, develerle Mekke'den...
Çünkü bu son çareydi, sevinçleri terk etmek,
Acılara katlanmak ve Mekke'den göç etmek...
ALLÂH(c. c.) 'ın emirleri, getirilemiyordu,
İslâm yaşanamıyor, anlatılamıyordu...
Peygamberimiz baktı, uzun uzun seyretti,
Mekke'yi gerilerden, son çare göç etmekti...
Varakanın dediği, aynen gerçekleşmişti,
Resul 53'ünde,Mekkeyi terk etmişti...
Sevr Dağı'ndan uzakta, tam 8 gün geçmişti,
Medine ye yakın köy, Kuba' ya gelinmişti...
3 kilometre kala Medineli müminler,
Hoş geldiniz diyerek, ilahi söylediler...
İnsanlar yarışıyor, bizde kal diyorlardı,
Peygamber'se misafir, kırmak istemiyordu...
Devesinden ayrıldı, o tercih edecekti...
Ve devesini saldı, birazdan çökecekti...
Kalpler incinmeyecek, tercih edilecekti,
Ebu Eyyûb Ensari, misafir edecekti...
Zevcesi Ümmi Eyyûb yemeği hazırladı,
Resulullâh bu evde 7 ay konakladı...
Sonradan bu alana, cami yapılacaktı,
Mescidi Nebevîyle İslâm yayılacaktı...
Artık Ensar, muhacir, birbiriyle kaynaşmış,
Din anlatılıyordu, dayanışma başlamış...
Peygamberle yayılıyor, İslâm'dan ayet ayet,
KUR'ÂN anlaşılıyor; yayılıyor hidayet...
Cahiliyete karşı, tevhidi emrederdi,
İslâm yeni bir dindi, tüm insanlık içindi...
Kul hakkını savunur bâtılı reddederdi,
Yahudi, Hıristiyan, savaşı istemezdi...
Yerli Yahudilerle, antlaşma yapılmıştı,
Müslümanlarda amaç yalnızca barışmaktı...
Kendisi de kefildi, aynı anda da hakemdi,
Mümin, kâfir, Yahudi, gayri Müslim emindi...
Tam bir barış hâkimdi, kâfir azalıyordu,
İnsan aydınlanıyor; İslâm yayılıyordu...
Mekkeli müşrikler; savaşmak istiyordu,
Mümin'ler zorda kalmış; resul sabrediyordu.
305 Müslümanla; hazreti peygamberi,
Bedir'de karşıladı, Mekke'nin müşrikleri...
Müşriklerse 1000 kişi ve teçhizatlarıyla,
Bedir'e gelmişlerdi, tüm ihtişamlarıyla...
Resulün bir amcası, Hamza kendi yanında,
Diğer amcalarından; Abbas düşman saffında...
Peygamber dua etti, bir avuç Müslümanız,
Ne olur bize yardım et, yoksa yok olacağız...
Duasını bitirdi, ordusuyla yüzleşti,
Ortalık kumluk yerdi, güvenilir değildi...
Sahabenin içinden Hubab bir fikir verdi,
Dedi vahiy değilse, Resul de değil dedi.
Madem vahiyden değil, savaşa uygun olmaz,
Kuyuları tutarsak, müşrikler kazanamaz...
Peygamber izin verdi, kuyular kapatıldı,
Ordu yerleştirildi, proje anlaşıldı...
Ömer elçilik etti, savaş istenmiyordu,
Müşriklerse reddetti, savaşı istiyordu...
Müminler korkmuyordu, savaşa gerek yoktu,
Müşrikler ısrar etti, başka da çare yoktu...
14 şehit Müslüman,5 saat geçti vakit,
Müşrikler 70 ölü, kazanıldı bu akit...
Dualar kabul olmuş, medeniyet gülmüştü,
Savaşın sonucunda, Ebu Cehil ölmüştü...
Müslümanlar sevinmiş kâfirler kaybetmişti,
Bir hafta sonrasında Ebu Leheb gitmişti...
Yeni haberler geldi, Mekkeli müşriklerden,
Savaş istiyorlardı, daha bir yıl geçmeden...
Yine tam donanımlı, müşriklerin ordusu,
Mekke den 3000 kişi, Medine 'nin yolcusu...
Yalnızca 1000 kişiydi, Müslümanlar toplandı,
Önce cuma kılındı, sonra yola çıkıldı...
300 kişi vazgeçti, ordudan ayrıldılar,
Zaten münafıktılar, cesur olamadılar...
Uhud denilen yerde, ordular karşılaştı,
Müslüman, müşrik ile iyice yakınlaştı...
Müşriklerin amacı şehri yağmalamaktı,
Müslümanları yenmek hakkı karalamaktı...
Peygamber önlem almış, her plan verilmişti,
50 Okçuyu seçmiş ve de yerleştirmişti...
Cübeyir bin Abdullah, seslendi bu komutan,
Oklarınızla bizi, koruyun, atlılardan...
Kazansak ve kaybetsek, sakın kımıldamayın,
Öldürülmüş te olsak; yardıma hiç gelmeyin...
Çünkü çok önemliydi, tepe, stratejikti,
Emir vardı resulden, terk edilmeyecekti...
Birkaç saat içinde, müşrikler yenilmişti,
Tepe terk edilince, kazanç kaybedilmişti.
Zafer yer değiştirmiş, müşriklerin lehinde,
70 Müslüman şehit, Hamza da içlerinde...
Cesetler defnedildi, kalanlar zor kurtuldu,
Her yol deneniyordu, müşrikler durmuyordu...
Arap kabilesinden gelen heyetin biri,
Öğretmen isteğiyle 6 kişiyi istedi...
Zeyd ve Hubeyb satıldı, diğerleri şehitti,
Ebu Süfyan Hubeyb ve Zeyd'i idam ettirdi...
Suikastlar başlamış, tuzaklar kurulmuştu.
70 adet Müslüman, yine şehit olmuştu...
Hendek Savaşı için, Mekkeli müşrikler,
Müslümanlarla yine, savaşmak istediler...
Ebu Süfyân ordunun; başkomutanlığında,
Mekkeli müşriklerse, Süfyân'ın arkasında...
1500'ü develi, 300'ü ise atlı,
4000 kişilik kuvvet, toplam 10 bin yayalı...
Müslümanların ise 36 atlısı,
Müşriklere karşılık 3000 de yayalısı...
Resul ashabı toplar; müzâkere planlar,
Selman-ı Fârisî'nin, planını onaylar...
Medine'de üç taraf, evlerle kapalıydı,
Kuzey yönü açıktı, hendek için kazıldı...
Mevsim kış, hava soğuk, Medine'de kıtlık var,
Kazacaktı hendeği 10 kişilik guruplar...
5,5 kilometre, uzunlukta kazıldı,
İki hafta içinde, hendekler tamamlandı...
Hendekleri görünce, müşrikler, şaşırdılar,
Karargâhları kurup Medine'yi kuşattılar...
Selman-ı Farisinin, Hendekli planıyla,
Savunma kazanıldı, Mekkelinin kaybıyla...
Son savunma savaşı, İslâm yayılıyordu,
Antlaşmalar başladı, müminler artıyordu...
Umre 'ye gitmek için bir Zi'l-ka'de ayında,
Silahsız ve gereçsiz; 1400 kişi yanında...
628,senesinde, bir gece.
Hudeybiye etrafı, tutuldu müşriklerce...
Mekkeli kabileler; müşriklerin safında,
Mekke'yi tutmuşlardı, Mekke'nin etrafında...
Hz. peygambere, bir yasak konulmuştu,
Mekke'ye girmelerine, engel olunmuştu...
Elçilik amacıyla, Osman'ı gönderdiler,
Niyetlerini bilmek, anlamak istediler...
Osman geri dönmemiş resul endişelendi,
Savaşacaklarına büyük yemin edildi...
Mekkeli müşriklerse, Osman'ı gönderdiler,
Sulh yapmak üzere, bir elçi ile geldiler.
Bir antlaşma yapıldı, savaş istenilmiyor,
10 yıllık bir sürede, insan öldürülmüyor...
Kâbe'ye bu yıl değil öbür yıl gelinecek,
Silahsız vaziyette gelinip, gidilecek...
Bu esnada Mekkeli, şehrin dışına çıkacak,
Medineliler ise 3 günde ayrılacak...
Kureyş'e sığınanlar; teslim edilmeyecek,
Peygambere sığınan, geri verilmeyecek...
Himaye kalmak serbest, kabilelerden bile,
İster Müslümanlarla, isterse müşriklerle...
İki yıllık barışla, Müslümanlar korundu,
Üstelik Müşriklerce, İslâm devleti duyuldu...
Müslümanlar sayıca; daha rahat çoğaldı,
Kabilelerde bile rahatça anlatıldı...
İslâm düşmanlarınca, Hayber güçleniyordu,
Tehlike arz ediyor; onun da fethi olundu...
1600 kişilik; ordu ile peygamber,
Kaleleri kuşattı fethedilmişti Hayber...
Elçi Haris b. Umeyr Mute'ye gönderildi,
Şurahbil tanımadı, elçi şehit edildi...
3000 kişilik, ordu Mute'ye gönderildi,
Düşman kuvvetlerine, Bizans'tan yardım geldi...
Düşman 100.000 kişilik, Müslüman 3000 kişi,
Sancak tutan Müslüman, art arda şehit düştü...
Halid bin Velid, ise, orduyu toparladı,
Karşı kuvveti geri çekilmeye zorladı...
Yalnızca bu taktikle; kayıplar verilmedi,
Medine'ye dönüldü, savaş iptal edildi...
630 yılı; Mekke'nin fetih yılı,
Kureyşli antlaşmayı, bozmuştu tek taraflı...
10.000 kişilik ordu Hz. Muhammetle (s. a. v.) ,
Savaş yapılmaksızın yan yana Mekkeliyle...
İntikam alınmadı; herkesi affettiler,
Kâbe'yi temizleyip; putları yok ettiler...
Hazret-i Peygamber'in, eylemi onurluydu,
Bütün samimiyetle; Mekkelilere duyurdu...
(" Size vaktiyle Yusuf'un kardeşlerine dediğini diyeceğim:
Geçmişte yaptıklarınızdan dolayı bugün alaya alınmayacak,
Cezalandırılmayacaksınız, haydi gidiniz, hepiniz serbestsiniz! ")
Resulullâh Mekke'ye Attab bin Esîd'i,
Vali olarak tayin etti, Medine'ye döndü...
Mekke fethedilmişti, düşman inanamadı,
Hevâzîn kabilesi bu işten telaşlandı...
Sakif Kabilesiyle, Hevâzîn kabilesi,
20.000 kişilik bir ordu oluşturdular...
Peygamberse Mekke'de, bunları haber aldı,
12.000 kişilik, bir ordu hazırladı...
Düşman ordusu Huneyn Vadisi geçidinde,
Pususunu kurmuştur, hazırca beklemekte...
Ok yağmuruna tutar, şehit düşenler olur,
Müslümanlar çözülür, dağılır gibi olur...
Sonra toparlanırlar, düşmanı kovalarlar,
Ganimetleri koyup, düşmanı kaçırırlar...
Hazret-i Peygamberse; orduyu takip eder,
Taif'e kadar gelinir, 20 gün devam eder...
Taifliler direnir, Taif kuşatılmıştır,
Hazret-i Peygamberse, kuşatmayı kaldırır...
Kuvvetliyken affeder, onlara dua eder,
Müslümanlara döner, geri çekilelim der...
Taifliler ibret alıp, bir heyet gönderirler,
İslam'ı kabul ettiklerini bildirirler...
Yıl 631,Romalılar toplanmış,
Müslümanlara karşı, hazırlanıyorlarmış...
Resulullâh'ın hiç, boş vakti olmamıştı,
30.000 kişi ile savaşa hazırlandı...
Tebuk'a yaklaştıkça ordu daha büyüdü,
20 gün beklenildi ve geriye dönüldü...
Roma'ya kafa tutmak, gibi algılanmıştı,
Çevre kabilelerin, endişesi artmıştı...
Bazı anlaşmalarla, endişe bitiyordu,
Arap Yarımadası, İslâm'a giriyordu...
Hicretin senesinde onuncu yıl dolmuştu,
Peygamberimizinse bu son haccı olmuştu...
125 Bin kişi Mekke'de hac 'da idi,
KUR'ÂN tamamlanmış, bu veda haccı idi...
Hazret-i Hatice'si Mekke'de gömülüydü,
On binlerce insanla Mekke'de hüzünlüydü.
İslâm şehitlerini, Hamza'yı hatırlıyor,
100.000 kişiyi aşan insan onu dinliyor.
Hz.Muhammed (s. a. v.) 'in, ilk ve son haccı idi,
Medine dönüşünde; hutbesini de verdi...
İnsanlığı sevk etti, Hakk'a ve hakikate,
Ümmeti hazırladı dünya ve ahirete...
8 Haziran 632'de altmış üç yaşında vefat etti,
Kabrine Ravza-yı Mutahhara adı verildi...
Arap Yarımadası putlardan arınmıştı,
İslamiyet yayılmış, temeller atılmıştı...
Benzersiz yükselişiyle daha da yayılacak,
Dünya'nın her yerine, İslâm ulaşacaktı...
Samimi müminlerle bu coşkulu yükseliş,
ALLÂH(c. c.) 'ın izni ile hâkimiyete gidiş...
Nur tamamlanacaktı, İslâm hakikatiyle,
İsa (a. s.) ile Mehdi(a. s.) 'nin, birlikte gelişiyle...
...
(1997)
Mehmet Tevfik Temiztürk
Mehmet Tevfik Temiztürk