Resmin Efendisi
Resmederken hayalini, önündeki perdeye
Dökülür iç dünyası, fırçayla tuvaline.
Renk cümbüşü yaratan, duyguların savaşı
Çalışma bittiğinde, döner eski haline.
Bulutlarla kaplanmış, dağların dorukları
Ayrılmaz dost misali, bir kır manzarasında.
İçindeki fırtınanın, dış dünyayla uyumu
Bir siyah, bir de beyaz, iki renk arasında.
Yetersiz kalınca söz, coşkuyu anlatmaya
Kalem başlar çizime, gönülden kopanları.
Fırçadan dökülen ruh, can katarken resime
Manzaranın derinliği, kuşatır yapanları.
Sanatçısı tarafından, dünyaya gönderilen
İnsan denilen varlık, bir sanat şaheseri.
Mücevherin değerini, ancak sarrafı bilir
Kaynağından el almış, eser çizer eseri.
Tasarımı yapılmıştır, önce onun kalbine
Sen sanırsın ezber çizer, panosuna resmini.
Yansıması dışa vurur, fırçanın izlerinde
Ressam, kendi gölgesine sade yazar ismini.
Saygılarımla.
Ekim_2008
(Değerli dostum Ressam Ahmet BENLİ ye ithafen, O nun şahsında tüm sanatçılara)
Ecz. Abdulkadir Nur GÖRDÜK
akadirgorduk@yahoo.com.tr
Abdulkadir Nur GÖRDÜK Şiirleri
Henüz Yorum Yazılmamış.
İlk Yorumu Siz Yazabilirsiniz.
Alın Yazısı
Kimi adam el atınca, yeşerir kuru dallar,
Onun için zekidir, akıllıdır denilir.
Kiminin niyetinde, kapanır bütün yollar,
Beceriksiz, aptal olur hep sırtına binilir.
Sonu gelmişse filmin, beyin çıkar kafadan.
Engel göze görünmez, araç şoförsüz gider.
Koskoca yaşamında, bir kez hata yapınca,
Bütün kazandıkların, onunla sıfır eder.
Sen bile anlamazsın, nasıl kazanır yenir
İşin rast gidecekse, ayağa gelir fırsat.
Şansın yaver gitmezse, alın yazısı, de geç.
Bırak olanlar olsun, feleği beleşe sat.
Ocak- 2009
Ecz. Abdulkadir Nur GÖRDÜK
Abdulkadir Nur GÖRDÜK
Diyarbekir
Bereketli vadiyi yaran Dicle’ye bakıp,
Fiskaya’nın başına otur, biraz nefeslen
Selahaddin Eyyubi otağ kurmuş karşıda
Tarih karanlığından surlara doğru seslen.
Asurlu, Pers, Emevi, Abbasi, Selçuklular,
Artuk, Eyyubi, Akkoyun, Osmanlı derken.
Hüküm sürmüş asırlarca, bu muhterem şehirde
Tarihine saygı ile değer vermiş, giderken.
Çevresi kalkan gibi, karataşla örülü
Çin seddinden de eski, surların Diyarbekir
Seksen iki burcu var, onaltı da kalesi
Beşbuçuk kilometre, turların Diyarbekir
Kırklar dağı etekleri, kör olası Suzan’la.
Türkü olup iz bırakmış, yanık Celal sesinde.
Şeyh Muhammed düzlüğü, mezarlık arenası
El üstünde taşınanı, saklıyor sinesinde.
On gözlü köprü hala, duruyor asaletle
Azgın suyun karşısında, o eğilmez başıyla.
Ne canlar yitirilmiş, bu mahzun memlekette
Neler görmüş kim bilir, şu ihtiyar yaşıyla.
Yapılış esnasında, hikayeleri farklı
Burçlardan Yedikardeş, Keçi ve Evli beden
Ustanın sanatına, çırağın haykırışı
Geçmişte ölümüne savunulmuş kaleden.
Çevresini kuşatan yüksek ve geniş surda
Güneşin batımıyla, kapanırmış kapılar.
Mardin kapı, Urfa kapı, Yeni kapı bazısı
Saymakla bitmiyor ki, tarih yüklü yapılar.
Çay önü sahilinde kumlu, çakıllı yerde,
Yetişen karpuzları her bir deve heybesi
Şerbetçi Bave Alo, sallarken taslarını,
Meyan kökü, yaz sıcağının özlenen sesi.
Melekahmet, İskender, Behram, Fatih paşalar
Yönetim kademesi Lala, Defterdar, Kadı
Kimi mektep, kimi cami, kimi aşhanesiyle,
Dünya da dua ile, yad edilmek muradı.
Dört mezhebin aynı anda kullandığı bir mabed.
Ulu cami, islamın beş hareminden biri.
Avlusunda gün saati, şadırvanı muhteşem
Asırlardır ayakta, eskisi kadar diri.
Yıllarca kiliseyle dostça komşuluk yapan,
Dört ayaklı minare, Akkoyunlu eseri.
Diğer adı Şeyh Matar, gavur mahallesinde,
Dört sütun üzerinde, bir denge şaheseri
Alimler yetiştirmiş, müfessirler sayısız.
Zinciriye, Mesudiye eğitim medresesi
Hasanpaşa, Çiftehan, Deliller hanı ise,
İlim yolculuğunda sanki konak adresi.
Elyesa ve Zükifl adı Kuran da geçen,
Peygamber ikiside, Yaradan sevgilisi.
Zennun,Hallak,Danyal,Harun,Hürmüz nebiler
Eğil ilçemizdedir, hem mübarek hepisi.
Tanrısıyla barışık, hem veli kullarından,
Sarı Saltık, Hintli baba, Zincirkıran türbesi
Vatanından kopup gelmiş, Halit oğlu Süleyman,
Manevi fatihimiz, Peygamber sahabesi.
Camilerle iç içe, ezan ve çan sesleri.
Şemsiler tapınağı, Küçük ve Meryemana.
Başka dinleri temsil, anılan bu mekanlar
İbadethane olmuş, gayri Müslim insana.
İnsanlık tarihiyle önem bulmuş nezafet.
Vahab ağa, Çardaklı, Paşa, Deva hamamı.
Kim yakmış külhanını, acep kimler yıkanmış,
İzleri de tarih olmuş, hayal olmuş tamamı.
Arbedaş ve Hançepek, namı yürümüş muhit
Özü doğru, sözü söz, mert olanların yeri
Küpeli, Dıngılhava serinleme noktası
Bedenden atlayanlar, delikanlının seri.
Sanırım benzeri yok, Allah’ın bir rahmeti
Diyarbekir’le özdeş, adı Hamravat suyu.
Hatun kastalı yıkık, Anzele çok derinde,
Dibinden kaynar gibi, Yusuf’u alan kuyu.
Cahit Sıtkı, yanılmış yolun yarısı derken,
Kırk altıda kapanmış, bu Dünyaya gözleri.
Süleyman Nazif, Ali Emiri, Ziya Gökalp’ler
İlim, irfan yuvasının dışa vuran yüzleri.
Diyarbekir evinin, genişçedir eyvanı.
Bazalt taştan avluda, havuzla, tulumbası.
İpekten şal dokuyan değerli ustaları,
Altından hasır örer, bakırı ayran tası.
Saklarsın yüreğinde, her türlü güzelliği.
Şehr-i kadim Diyarbekir, en onulmaz kalemsin
Kalamam senden ayrı, özlerim her şeyini
Sen benim korunağım, evimsin, ailemsin.
Eylül/2008
Ecz.Abdulkadir Nur GÖRDÜK
(Şiirim 21 kıta ve Diyarbekir kokuludur)
Abdulkadir Nur GÖRDÜK
Hazan Mevsimi
Teli kırık, mızrap vurmaz sazıma.
Hava bulut, güneş doğmaz yazıma.
Mevsim hazan, derman inmez dizime.
Gönül yaşım, yirmi birde takılmış.
Giden ömür, artık geri gelmiyor.
Rengi solmuş hatıralar, kalmıyor.
Ne kadar söylesem, ibret almıyor,
Gönül yaşım, yirmi birde takılmış.
Düşen tohum, ağaç oldu nerdeyse,
Gören gözün mahareti, fer deyse,
Bir asır da olsa ömür, her neyse,
Gönül yaşım, yirmi birde takılmış.
Gençlik, uzak pencereden bakıyor,
Zaman hızlı, el sallayıp akıyor,
Geçen yıllar, derin iz bırakıyor.
Gönül yaşım, yirmi birde takılmış.
Hangi yana baksam, anılarım var.
Mutlu veya üzgün, yaşandı yıllar.
Şaka değil, kısacık ömür kadar.
Gönül yaşım, yirmi birde takılmış.
Saygılarımla
Mayıs_2009
Abdulkadir Nur GÖRDÜK